Resim sanatının önemli isimlerinden Erkan Geniş ile atölyesinde sohbet etme imkanı bulduk. Resim yaşamına nasıl başladığını, memuriyet yaşamı ile duraksamalarla da olsa bir şekilde devam eden sanat yaşamını konuştuk.
Öncelikle sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?
Yaşamınız, aldığınız eğitimler bunlardan kısaca bahseder misiniz? 1943 yılında Bartın’da doğdum. İlk ve Ortaokulu burada tamamladım. Liseyi, Kabataş Erkek Lisesi’nde yatılı olarak okudum. Resim öğretmenim Ahmet Uzelli’nin teşviki sayesinde Hikmet Onat ile tanıştım ve böylece resme başladım. Bu başlangıç daha önceye dayanıyor aslında. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun oğlu Mehmet Eyüboğlu lisede benim sıra arkadaşımdı, yatakhane arkadaşımdı. Bedri Bey ve eşi Eren Hanım okula geliş gidişlerinde beni tanımaları ve oğullarıyla birlikte geçirdiğimiz zamanın da etkisiyle beni evci çıkarmaya başladılar. Biliyorsunuzdur onlar gırtlaklarına kadar resme batmış bir aile. Evlerine gidiş gelişlerimde bu durumun benim üzerimde büyük etkisi oldu. Bu serüven hem Bedri Rahmi hem Eren Eyüboğlu hem de Ahmet Uzelli’nin desteği ile bana olan yakınlığı ile Hikmet Onat bir anlamda yolumu çizdi.
Aileniz nasıl bir tepki gösterdi peki resim ile ilgilenmenize?
Ailem o dönemlerde Güzel Sanatlara gitmeme müthiş tepki gösterdi. O dönemde ya ilkokullarda resim öğretmeni olacaksın ya da benim ailemin tabiri ile bada- nacı boyacı olacaksınız. Bende onların etkisi ile SBF’ye gittim. Memur oldum. Makine Kimya Endüstrisi’nden Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak emekli oldum. Memuriyetimi tamamladım ama resimle ilgim yaşamım boyunca devam etti.
Bugüne kadar kaç sergi açtınız?
1957 yılında resim yapmaya başladım. Şimdiye kadar 60 tane kişisel sergi açtım. Başladığımdan beri dura- ğan dönemlerim oldu elbette ama hiç bırakmadım.
Sanatta sizi yönlendiren, sizin esinlendiğiniz isimler oldu mu?
Sanatta beni yönlendiren birinci kişi Hikmet Onat’tır. Hikmet Onat’ın, gerek renkleri, gerek çizgileri, gerek kompozisyon anlayışı, seçtiği konular benim içimde var olan özleme çok uygundu. Benim babam kaptandı hayatım deniz kenarında, teknelerde geçti. O nedenle benim halen yaptığım resimlerde ağırlıklı olarak kayıklar, tekneler bulunur. Hikmet Onat’ın da resimleri böyleydi genelde incelediğiniz zaman görürsünüz, Haliç’in, Kurbağalı Dere’nin, Göksu’nun teknelerini resmetmiştir. Hikmet Onat doğaya çıkarken, çantasını, şövalesini çok taşıdım. Tüm bunlardan etkilenmemek mümkün değil. Saim Paşa, Asker ressamların çok önemli kişilerinden biridir. 12 sene boyunca aynı atölyeyi paylaştık kendisiyle. Bana göre, Saim Paşa’da Hikmet Onat’ta, Türkiye’ye gelmiş olan en büyük renk ustasıdır. Resimlerime dair yapılan “çok temiz renk kullanıyor, duru renk kullanıyor” sözlerine mahzar oldum. Temelinde yatan iki ana neden Hikmet Onat ve Saim Paşadır. Onların dizinin dibinde yetişmemdir. Atölye açıp, ders verme fikriniz hep var mıydı? Benim 40 – 50 seneden beri atölyem kendime yetecek hep oldu. Emeklilikten sonra atölyemi büyütmeye karar verdim. Atölyemi büyütme kararı aldım ancak eğitim verecek kadar büyümesi, benim dışımda gelişen durumlarla gerçekleşti. Eski bir Bakan arkadaşım eşinin resme olan ilgisinden bahsetti ona eğitim vermemi rica etti öylece başladım. Onlar başkalarına, onlar bir başkalarına söyledi derken bir anda büyüdü gitti atölyemiz.
Eğitim veriyorsunuz bu çok güzel peki siz resim eğitimlerinizi nerede aldınız? 1999’da emekli oldum. Oğlum ve kızım Avusturya’da okuyorlardı. Bir ayağımız Viyana’daydı yani. Orada 2001 senesinde Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne master için başvurdum. “19.yy – 20.yy’da Orta Avrupa Resmi” konulu tezimle master yaptım. 2002 senesinde de, gidiş gelişlerde zamanımız boş geçmesin diye orada bir atölye kurmaya karar verdim. Bunlar burada kalmadı 3 sene üst üste Salzburg Yaz Akademisi’nde eğitime devam ettim. Ben 60 yaşında emekli oldum, benim 30 yaşlarında hocalarım vardı. Hepsi de Prof. unvanlı insanlardı. Birilerinden bir şeyler öğrenmeye karar verdiğiniz anda yaş kesinlikle bir engel değil. Benim burada yaşıtım olan öğrencilerim var benden büyükler var. Resmin sonunun olmadığını ve resmin ne denli sonsuz olduğunu kitabımı hazırlarken öğrendim. Kitabımı 3 yılda hazırladım ben. “Resim Terim, Deyim ve Kavramları Sözlüğü”, içerisinde 2400 tane terim ve onları da açıklayan binlerce resim var. Telif hakkı olayından dolayı henüz yayınlayamadım. 2.kitabım Yağlı Boya Resmin Temel Kavramları.
“Bir Ressam İmzasıyla Değil, Yaptığı Resim İmzası Yerine Geçtiği Zaman Ressamım Demeli”
Kendi kendine resim yapmak öğrenilebilir mi?
Amerika’yı yeniden keşfe gerek yok, kendi kendinize bir yere kadar ilerleyebilirsiniz. Bir yerden sonra tıkanır kalırsınız. Daha önce bu işleri halletmiş kişilerle kurulacak olan diyalog sizi düzlüğe daha çabuk çıkarır. Eğitimlerle ancak belirli bir kimliğe sahip olursunuz. Sedat Örsel, bir yazı yazmış benim için “bir ressam imzasıyla değil, yaptığı resim imzası yerine geçtiği zaman ressamım demeli” diyor. Bir yerden sonra öyle bir noktaya geliyorsunuz ki, resmin altında imzanız olmasa da, insanlar tanıyabiliyor resimlerinizi. Bu kimliği oluşturabilmek önemlidir.
Yanılmıyorsam Temmuz – Eylül aylarında Viyana’da, Ekim – Haziran aylarında da Ankara’da oluyorsunuz. Burada çalışmalarınızı nasıl yürütüyorsunuz?
Eylül sonu Ekim başı itibarı ile atölyemiz faaliyete ge- çiyor. Herkese haber verip, burada eğitim veriyoruz demiyorum. Hiçbir yerde ilanımızı göremezsiniz. Belirli sayıda, belirli düzeyde insanlarla burada birlikteyiz. Bir aile oluyoruz. Atölye bir düzeyi korumalı, bu nedenle seçici olmak zorundayım. Burası benim geçim kaynağım değil, maaşım ve sergilerden kazançlarım benim geçim kaynağım. İşi ticarete dökenler çok olmuş. Sabah 10’dan 2’ye kadar bir grup 2’den 6’ya kadar bir grup çalışmasını yapıyor. Bu yanlış. Malzemelerini çıkarıp resme hazırlık aşaması en azından yarım saattir, biraz mola eklersek buna, bir de toparlanma süreci var.Ne kadar zaman kalıyor geriye. Ne zaman resim yapacak bu insanlar. Biz burada tam gün çalışıyoruz. Sabah 10:30 ve akşam 16:30 – 17:00’da bitiyor çalışmamız.
Emeklerinizin karşılığını alıyorsunuz…
Herkes emeklerinin karşılığını alamayabiliyor. Öyle arkadaşlarımız var ki çok düzeyli resimler yapıyorlar ancak bir yerde tıkanıp kalıyorlar. Viyana’da çok önemli iş birlikleri yaptım ben. Bu da benim şansım oldu. Avusturya’da 2 müzede, Türkiye’de 8 müzede resmim var. Bratislava Büyük Elçiliği’nin tören salonunda sadece benim 4 resmim var.
Ailenizde resme meraklı mı? Onlar da sizin gibi resim yapıyorlar mı?
Pazar günleri kızım, damadım, torunum hepsi buradadır. Şövale başında görürsünüz onları. Eşim de aynı zamanda çok iyi bir eleştirmendir. Onun eleştirileri benim için gerçekten yol gösterici oluyor.
Sadece yağlı boya çalışmaları mı yapıyorsunuz?
Her malzeme ile çalışıyorum. Sulu boya çalışmalarım var, akrilik çalışmalarım var. Hikmet Onat; “bir ressam her alanda eser üretmeli, bir konuya takılıp kalmamalı, her malzemeyi kullanabilmelidir” derdi. Bir yere gittiğim zaman tüm yağlı boya takımlarımı götürüp resim yapma şansım yok. Buralara sulu boya götürüyorum. Orada öyle resmediyorum. Bunlar içerisinde kendi beğendiklerimi buraya gelince tuvale geçiriyorum. Sulu boya tamam ama sulu boyanın yağlı boyaya geçirilişi sırasında kendi yorumunuzu da katıyorsunuz. Gördüğünüzün üzerine bilinçaltınıza yerleşen sanat öğelerini yerleştiriyorsunuz.
Resim yapmak istiyorum ama fırçayı elime almadım, çöpten adam bile çizemem ben diyen kişilere ne öneriyorsunuz?
Onlara bayılıyorum ben. Bir yerlere gidip, yanlışlara saplanmış kişileri doğru yola sokmak çok zor. Elime fırça almadım diyenlere bu çok güzel diyorum, çöpten adam çizmeyi değil adam gibi resim çizdirmek, eline fırçayı verip boyanın ne şekilde kullanılacağını öğretmek benim işim. Kendine güvenenler oluyor, onlardan ben yaparım diyen insanlar yapamıyorlar. Sonuç çıkmıyor ortaya. Ben her şeyi bilim diyen insanlardan korkuyorum ben. İnsan her şeyi bilemez. Picasso bile ölmeden önce “nerden çıktı bu hastalık, tam da resim yapmayı yeni öğreniyordum” diyor.
Resim yetenek midir sizce?
ORF televizyonu var Avusturya’da spor ve sanat kana- lında resim tartışmasına çıktık 4 kişi. Tartışıyoruz, konu yetenekte düğümlendi. Ben yeteneğin, gelişim süresini kısalttığını savundum. Yeteneksiz bir insan gerekli eğitimlerle geçte olsa yetenekli insanları yakalayabilir. Yetenekli adamın 6 ayda geldiği yere, eğitimlerle 1.5 senede gelebilir.
Yurt dışı deneyimleriniz oldukça fazla, orada atölyeleri gezip oradan farklı yöntemler, teknikler getiriyor musunuz?
Resim eğitimi veren pek çok kurumu inceleme fırsatı buldum. Bunun içinde özelleri de var resmileri de. Oralarda gördüklerimi atölyeye adapte etmek için bir süzgeçten geçiriyorum. Onlar bizim yapmadığımız neleri yapıyorlar, onların yaptıklarını ben buraya nasıl getiririm diye. Belirli teknikler var elbette. Türkiye’de yok değil, ülkemizde tüm teknikler var. Her sene yenilikler getirmeye çalışıyorum. Resim yaparken fotoğraftan yararlanmayan çok az insan var. Fotoğraftan resim yaparken, neyi nasıl yapmaları gerektiğini detaylıca anlattım. Dünyanın en iyi fotoğrafı, tüm sanatsal öğeleri içermez bu demektir ki, fotoğraftan bir şeyler atılacak, yorum katılacak.
Okullarda resim dersleri çok az oluyor, sizce yeterli mi değil mi?
Baştan savma diye bir tabir vardır. Laf ola beri gele. Normal okullarda müzik, beden, resim dersleri ciddiye alınmıyor. Güzel sanatlar liselerinde bu iş ciddi olarak veriliyor. Sanata verilen değer sanatın ne olduğunu bilen insanlar tarafından veriliyor. Yurt dışında, bir müzede Renoir’in resminin önüne anaokulu öğrencileri oturmuşlar, öğretmenleri onlara eseri anlatıyor. Daha ileride biraz daha büyük çocuklar, daha da ileride sanatı tartışanlar görüyorsunuz. Ülkemizde çocukları müzelerde göremiyorum. Bırakın çocukları geçenlerde gittim Resim Heykel Müzesi’ne tek bir kişi yoktu.
Dijital Art esas sanatı öldürüyor mu sizce. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Benim dijital art ile ilgili iki düşüncem var. Birincisi, bir program var, onu kullanmayı beceren insanlar bir şeyler yapıyorlar daha sonra çıktısını alıyorlar. Şimdi bu eseri onlar mı yaptı, bilgisayar mı? Benim hak verdiğim nokta şu, bilgisayarı kendi mantaliten içinde, değer yargıların, sanat anlayışın içinde dizayn edip resmine çıkış noktası yapıyorsan olabilir evet. Bu konuda tutucuyum ben biraz hocalarımın da etkisiyle. Hikmet Onat derdi ki “resim fırçayla yapılır”. Teknolojiden faydalanmak lazım tabi, fırça yerine başka farklı malzemelerden de faydalanmak suretiyle yapılıyor. Orda varım da. Bilgisayardan bir şeyler dizayn edip, onu kanvasa basmak bana göre değil.
“Sanatın Evrenselleşmesi Gerekiyor: Sanat Evvela Yöresel, Sonra Ulusal En Son Da Evrensel Olur”
Yurtdışına sizce yeteri kadar ressamımız gidiyor mu? Biliniyor muyuz?
Yurtdışında ki arkadaşlarım, Türkiye’de çok iyi ressamları internetten görüyorlarmış, onların nerede olduklarını bana soruyorlar. Bu adamlar burada. Yurtdışında neden olmadıklarını soruyorlar. Birincisi cesaretleri yok, ben elimden geldiğince cesaretlendirmeye çalışıyorum arkadaşlarımı. İkincisi dil eğitimi yok, üçüncüsü ise ellerinden tutan yok. Bütün mesele bu üç sacayağında düğümleniyor. Sanatın evrenselleştirilmesi gerekiyor. Sanat evvela yöreseldir. Sonra ulusal en son da evrensel olur. Bizim sanatımız ulusallık düzeyinden çok fazla ileri geçemedi.
Hangi akımın etkisinde yapıyorsunuz resimlerinizi?
Post-empresyonizm diyenler var, ancak ben bir akıma bağlı hissetmiyorum kendimi. Birçok farklı tarzda eserler üretiyorum. Birbiri ile çok farklı akımda olan resimlerim var.
Viyana’da yaptığınız resimler ve Türkiye’de yaptığınız resimler arasında çok fark oluyor mu?
Evet oluyor. Türkiye’de Karadeniz tipi tekneleri yapıyordum ben. Oraya gittiğim zaman tekneler ilgi çekmedi, dikkat çekmedi. Orada göl ve gölün kendine has tekneleri var. Onların gölde kullandığı tekneleri çizmeye başladım ve ilgi çekmeye başladı. Yöresellikten, ulusallıktan vazgeçemiyoruz, hiç terk edilmeyen bir kavram
Bir dergide sanat eleştirmenliği yapıyormuşsunuz. Hala devam ediyor musunuz? Hayır, devam etmiyorum. Çünkü zamanım yok benim. Bir işi ya tam yapacaksınız ya hiç yapmayacaksınız. Eleştirmenlik yapmak için çok gezmek, görmek, izlemek araştırmak lazım. Tarafsız gözle değerlendirip, tarafsız bir gözle kaleme almak gerekiyor. Tüm bunlar bir zaman. Benim zamanım yok. Zaman fukarası bir adamım. Haftanın 7 günü çalışıyorum ama ne yapıyorum inanın bilmiyorum, zamanım geçiyor. Sürekli yazıyorum, çiziyorum, okuyorum, araştırıyorum zamanım geçiyor bir şekilde. Günlerim çok değerli benim, bunları bir şekilde değerlendirmem gerekiyor. Yayınlayacağım kitaplarım var, yazılarım var onlar için çalışıyorum. Bir yandan sergilerim var, resim yapıyorum.
Son serginizin teması teknelerdi. Neden tekneler konusunu seçtiniz?
Bahsettiğim gibi benim babam kaptandı, çocukluğum hep teknelerde geçti. Denizin kenarında olmak, aileden gelen bir denizci kimliğinin olması beni etkiledi. Bundan sonraki sergim şemsiyeliler olacak. Viyana çok yağmurlu bir yer. Orada insanların şemsiyeler altında yürümeleri, birbirlerine sokulmaları, yağmurdan kaçmaları beni hep çekti. Orada başladım resimleri yapmaya. Bunları yine tek bir konu altında birleştirip sergi açmak istedim.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Sanata değer veren ülkeler daima kalkınmış ülkelerdir. Kalkınmakta olan, 3.dünya ülkelerinin sanata değer vermediğini göreceksiniz. Sanata değer verilmemesini kabul etmemek mümkün değil. Devletin desteği olmadan hiçbir ülkede sanat bir yere gelmemiştir.